Didim Tarım ve Orman Müdürlüğü'nün aşılama çalışmaları sürüyor Didim Tarım ve Orman Müdürlüğü'nün aşılama çalışmaları sürüyor
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk komutasında, 26 Temmuz 1922'de başlayan ve 30 Ağustos Zaferi ile sonuçlanan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nde Türk ordusu, tarihin en büyük kahramanlık destanlarından birini yazdı. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’un ardından İzmir’de zaferi askerî ve siyasî yönleriyle anlatmasını isteyen gazetecilere önce “Bir rüya görmüş gibiyim” diyecek; ardından başkumandan ciddiyetiyle, “bir mucize gibi görünen zaferin sırları”nı tek tek anlatacaktı. Tıpkı yıllar sonra Meclis kürsüsünde yapacağı gibi...

1919'da Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak Türk ordusunun cephanesini elinden aldı ve Anadolu'yu işgale başladı. Halide Edip Adıvar'ın "Türk'ün Ateşle İmtihanı" kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti. 15 Mayıs 1919'da İtilaf Devletlerinin izniyle Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı.

Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği "millet olma bilinci" ile işgallere karşı Kuvayımilliye hareketini başlattı. İki seçenek vardı, ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı. 1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı, özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başladı. Yunan ordusu 1921'de Polatlı'ya kadar geldi. Polatlı'da tarihin en uzun sürecek meydan muharebesinin hazırlıkları yapılıyordu.

"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır"

Türk ordusunun Yunan ordusu ile Sakarya boylarında yaptığı Sakarya Meydan Muharebesi 23 Ağustos'ta başladı. Bu tarihten itibaren gece gündüz aralıksız süren savaşta, Mustafa Kemal Paşa, yeni bir savaş stratejisi uygulayarak ordularına, "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi. Türk askeri, bu emre uyarak vatanını canla başla savundu. Bu amansız mücadele, bütün şiddetiyle 22 gün 22 gece sürdü. Bütün cephe boyunca saldırıyı sürdüren Türk ordusu, 13 Eylül 1921'de Sakarya ırmağının doğusundan Yunan kuvvetlerini temizledi. Sakarya Meydan Muharebesi, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği dönüm noktalarından biri olarak tarihteki yerini aldı. Düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz'u başlatan harekat emrini verdi.

Kurtuluş Savaşı’nın son safhası olan ve 26 Ağustos 1922 günü başlayan Büyük Taarruz’un sonunda 9 Eylül’de Türk ordusu İzmir’e girmiş, böylece üç yıl önce işgal edilmesinin ardından “kurtuluş” ateşinin ilk kıvılcımlarını doğuran kent, artık zaferin simgesi olmuştu. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Eylül’de İzmir’e gelişinden birkaç gün sonraydı; Uşşâkizâde köşkünün geniş holünde Mustafa Kemal Paşa ile gazeteciler Falih Rıfkı ve Yakup Kadri kahvaltı ediyordu.

Falih Rıfkı, “havadan sudan” sohbeti bozan bir soru sordu: “Paşam, kazandığınız zaferi askerî ve siyasî yönlerinden bize anlatmak lütfunda bulunur musunuz?” Mustafa Kemal Paşa, Yakup Kadri’nin deyimi ile ilk önce bu isteği şakaya alarak -aslında bir yandan da heyecanını ve mutluluğunu göstererek- “A çocuğum”, dedi, “ben de ne yaptığımı biliyor muyum? Adeta bir rüya görmüş gibiyim.” Hemen ardından da “başkumandan ciddiyetini takınarak Afyon’dan İzmir’e kadar cereyan eden savaş hareketlerinin tablosunu çizmeye başladı.”

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun anılarını anlattığı “Politikada 45 Yıl” kitabı, bu sahneyle açılır. Mustafa Kemal Paşa, önce askerî, ardından siyasî vaziyeti iki genç gazeteciye uzun uzun anlatır. Bunlar yine Yakup Kadri’nin deyimi ile “İlk defa olarak bizzat Türk Orduları Başkumandanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi’nin ağzından, dış âleme bir mucize gibi görünen zaferin sır”larıdır. Mustafa Kemal, o sırları yıllar sonra Meclis kürsüsünden de anlatacaktır.

Şartlar çetin, Meclis kaynıyor

Atatürk’ün Nutuk’ta da anlattığı gibi zafere giden yolun siyasi şartları da askerî şartları da oldukça çetindi. Sakarya Meydan Muharebesi’nden (23 Ağustos-13 Eylül 1921) sonra ordunun bir an önce taarruza geçmesi gerektiğini söyleyenler de vardı, Irak sınırından İngilizlere karşı taarruz başlatılmasını savunanlar da... Mustafa Kemal Paşa da taarruz taraftarıydı ancak kapsamlı bir hazırlıktan sonra. Ona göre “yarım hazırlıkla yapılacak taarruz hiç taarruz etmemekten daha fena” idi. Buna tarihten de örnekler gösteriyor, Viyana’ya kadar giden Osmanlı’nın geri çekile çekile “içinde düşman bulunan bu vatanı miras bıraktığını” söylüyordu. Bu nedenle de bu son vatan parçasını kurtarırken temkinli olmak gerekiyordu.

‘Bırakamam, bırakamayacağım’

Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki mağlubiyetin ardından 5 Ağustos 1921’de Başkumandanlık Kanunu ile Mustafa Kemal, Meclis’in bütün yetkileriyle donatılarak başkumandan olmuştu. Başkumandanlığın devamı için, kanunun her üç ayda bir uzatılması gerekiyordu. Uzatılması her defasında bir olay haline gelen kanun, Mayıs 1922’de çoğunluk sağlanamadığı için uzatılamadı. 6 Mayıs günü gizli oturumda kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa, muhaliflerin iddialarına yanıt verdikten sonra şöyle dedi: “Meclis’te tecelli eden oya göre, derhal kumandadan el çekmek isterdim. Fakat telafi edilemez bir fenalığa meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Dolayısıyla, bırakmadım, bırakamam ve bırakamayacağım.”

Bu konuşmanın ardından kanun bir kez daha uzatılırken, 20 Temmuz’da başkumandanlık süresiz olarak verildi. Muhalif gruptan ordunun durumunu sorgulayan, taarruz edemeyeceğini savunan söylemler ise kesilmedi. Oysa Başkumandan, haziran ortalarında taarruz kararını çoktan vermiş ancak bunu yalnızca Fevzi ve Kâzım paşalar ile Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’ya söylemişti. Tüm zorluklara rağmen, bir halkın hürriyet rüyası, seneler süren işgal kâbusuna galip gelmek üzereydi. Haftalar sonra Başkumandan’ın dilinden dökülecek “bir rüya gibi” sözleri, bir halkın hislerinin tercümanıydı belki de.

GİZLİ HAZIRLIKLAR

Önce maç, sonra çay daveti Atatürk’ün Nutuk’taki tarifi ile düşman cephesi, Marmara’dan Menderes’e kadar uzanıyordu. Atatürk, iki orduyu şöyle karşılaştırıyordu: “İnsan ve tüfek kuvvetleri yaklaşık denk bulunuyordu. Yunan ordusunun makineli tüfek, top, tayyare, nakliye vasıtaları, cephane ve fenni malzeme bakımından özel üstünlüğü vardı. Bizim ordumuz süvari miktarı itibariyle üstünlüğe sahip bulunuyordu.”

Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Paşa, 27 Temmuz gecesi Batı Cephesi Karargâhı’nın bulunduğu Akşehir’de plan üzerinde çalıştı. 28 Temmuz’da subaylar arasındaki bir futbol maçını izleme “kamuflaj”ı ile ordu ve bazı kolordu komutanları Akşehir’e davet edildi. Gece Mustafa Kemal Paşa, komutanlar ile taarruz hakkında fikir alışverişinde bulundu. İsmet Paşa 6 Ağustos’ta ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emrini verirken Mustafa Kemal Paşa Ankara’da harekât hakkında hükümeti ve vekilleri bilgilendiriyordu. Gazeteler, Mustafa Kemal’in Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye “Çankaya’da çay ziyafeti verdiğini” yazarken ise o, gece otomobille gizlice Konya’ya geçmiş ve 20 Ağustos’ta Akşehir’deki Karargâh’a varmıştı.

26 AĞUSTOS, SAAT 05.30

Toplardan çıkan hürriyet naraları Tüm hazırlıklar büyük bir gizlilikle yürütüldü. Her hareket, gecenin karanlığına saklandı. 24 Ağustos’ta karargâh Akşehir’den cephe gerisindeki Şuhut’a taşındı, 25 Ağustos sabahı Şuhut’tan Kocatepe’ye... 26 Ağustos sabahı, saat 05.30’da toplar, yıllar süren işgale karşı hürriyet naraları gibi patlamaya başladı. İki günde düşmanın müstahkem cepheleri düştü ve 30 Ağustos’a kadar Yunan ordusu kuşatıldı. 30 Ağustos’ta Başkumandanlık Muharebesi ile kesin zafere ulaşıldı. Ancak ordunun yürüyüşü o meşhur emirle İzmir’e kadar sürecekti: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”

İzmir’de görüşenler ve görüşemeyenler!

Ordu “ilk hedefi”ne ilerlerken İzmir’deki İtilaf devletlerinin konsolosları, Mustafa Kemal Paşa ile müzakerede bulunmak için gün ve tarih soruyordu. Muzaffer komutandan yanıt geldi; “9 Eylül’de Nif’te (Kemalpaşa) görüşebiliriz!” Fakat görüşemediler. Çünkü “Görüşme isteyenler orada değildi. Ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e varmış bulunuyorlardı.” Yalnız İzmir’de görüşenler de vardı. Dokuz ay önce, İsmet Paşa, Yakup Kadri’ye “İzmir’de görüşeceğiz” demişti. Büyük Taarruz’un başladığı haberini İstanbul’da alan ve İsmet Paşa’ya hitaben büyük bir heyecanla yazdığı açık mektubuna “Muzaffer toplarınızın, şenlik günlerinde davul sesleri gibi gürlemeye başladığı şu dakikada hiçbir şey bana sizi hatırlamak ve size hitap etmek kadar tatlı ve ulvi görünmüyor” diye başlayan Yakup Kadri, zaferin ardından İzmir’de, Uşşâkizâde köşkünde Mustafa Kemal Paşa’yı dinlerken kapıda görünen de İsmet Paşa’dan başkası değildi.

Büyük Zafer

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy'de birliklere taarruz emrini verdi. Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki Türk ordusunun, 26 Ağustos'ta başlayan Meydan Muharebesi'nde Dumlupınar'da Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş Deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etmesiyle zafere ulaşıldı. Kızıltaş Deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı. Büyük Zafer'in ertesi günü, 31 Ağustos'ta Zafertepe Çalköy'de bir evin bahçesindeki kırık kağnının üzerine muharebe alanlarının haritasını koyan Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak, Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve onları mağlup etmek için İzmir'e girme görüşünde birleşti.

"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer sonrası 1 Eylül'de Dumlupınar'da, Batı Cephesi'ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere yayımladığı bildiride, şu ifadelere yer verdi: "Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını, inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakarlıklarınızı yakından görüp izliyorum.

Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" Bu emir doğrultusunda üç koldan ilerleyen Türk ordusu 1 Eylül'de Gediz ve Uşak'ı, 2 Eylül'de Eskişehir'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de Manisa'yı geri aldı. 9 Eylül'de İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi.

"Sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam"

Büyük Taarruz'dan akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey'in, 27 Ağustos'ta Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, görevini yerine getirememenin üzüntüsüyle kendisini vurarak intihar etmesiydi. Mustafa Kemal Paşa'ya, Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57'nci Tümen Komutanlığını yeniden telefonla aradığında Albay Reşat Bey'in intihar ettiği söylendi ve yazdığı "Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam." notu okundu. Çiğiltepe, Albay Reşat Bey'in ölümünün 15 dakika sonrasında düşman askerlerinden kurtarıldı.

"Türk Cumhuriyeti'nin ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı"

Büyük Önder Atatürk, Büyük Zafer'den 2 yıl sonra, 30 Ağustos 1924'te, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı'nın temel atma törenine katılmak üzere Zafertepe Çalköy'e geldi. Törene katılanlara iki yıl öncesini hatırlatan Atatürk, Büyük Zafer'i şu cümlelerle anlattı: "Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, Cumhuriyet'imizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk ulusu burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha tarihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor." İlk kez 1926'da Zafer Bayramı olarak kutlanmaya başlanan 30 Ağustos, her yıl yurt geneli ve KKTC'de çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.