Vre Costakis, Liseyi Bile Bitiremedin, Ama Dünyada Ses Getiren İşler Yapmışsın! Vre Costakis, Liseyi Bile Bitiremedin, Ama Dünyada Ses Getiren İşler Yapmışsın!
Sünnet çocuğuna hediyeler faslı, dualar ve tüm misafirlere yemek ikramından sonra, “Şimdi Alay Zamanı” denince anladık ki arabalar konvoy oluyor, bir de davul zurna, katılmak isteyen misafirler ve düğün sahipleri nerede uygun meydan görürlerse ki sanırım zaten biliyorlardır yerleri, iniyorlar arabalardan, davul zurna eşliğinde başlanıyor oynamaya!

Bir iki yer bulma ve oyun sonunda düğün sahibinin evinin önünde toplanma ve oynamaya devam, davul zurna eşliğinde, kadınlı erkekli.

Sünnet düğünü sahipleri misafirlerini özel lokum ikramı ile ağırlarken

Oyunlar sonrasında karınlar acıkınca aklımıza hemen ciğerci geldi. Zaten Edirne’ye günü birlik gidenlere 'ciğer yemeden gelme' denir. Kendimizi servisi hızlı, çeşitleri bol “Aydın Tava Ciğer & Izgara"da bulduk. Burada kahve servisi yok, olmaması da normal geldi bana, zira dışarıda millet kuyrukta, masa boşalsın da oturalım diye.. Edirne'de çarşı pazar, her yer hafta sonu nedeniyle çok kalabalık olunca, bir de sıcak bastırınca, Edirne’de yaşamış bir arkadaş "Karaağaç’a gidin çok güzel kafeler var," deyince çıktık yola.

Yol da ne yol. Birkaç dakika sonra terk edilmiş, toz toprak, harabat bir yolda ilerliyorduk. Yaklaşık on dakika sonra birdenbire kendimizi sanki İsviçre’nin tablo gibi kasabalarından birindeydik: Yollar, ağaçlar, çiçekler, kafeler, son derece temiz yüzlü, güzel görünümlü, genelde kızlı erkekli gençlerle dolu kafeler...

Karaağaç

Birden gözümün önüne 1981 Eylül'ünde bir günde, yanımda Arapça bilen kaptan arkadaşla Kahire’den kiraladığımız araba ile Alexandria (İskenderiye)'ya gidişimiz geldi. Dört saatlik yolun tamamı çöl kumu. Görünümü tam altın kumsal denen cinsten. Deve kervanı ile buraları geçmek herhalde günler sürebilirmiş. Araba da ne araba, anlayın siz onu. Güneş tepemizde, derken aniden bir VAHA çıkmaz mı karşımıza. Tabii insan yapısı. Yiyecek-içecek imkanı olan mini bir alan. İskenderiye’ye varınca İzmir’e geldik sandım. Tek farkı, büfelerdeki mangolar. Çölden gelişimizi bize unutturan güzel bir sahil kenti.

Karaağaç’a dönersek, Edirne merkezden 5 km ötede. Varışa yaklaşırken uzun bir köprüden geçtik, altımızda Meriç Nehri akıyordu. Birkaç saniyeliğine gözlerimin önünde tam elli yıl önceki anılarım canlandı. 1974 Temmuz sonlarında birdenbire kendimi Meriç kıyısında bulmuştum, ihtiyat yedek üst teğmen üniforması ile. Ne zaman biteceğini kestiremediğimiz 45 gün sonunda macera dolu bin bir anıyla sivil hayata geri dönmüştük.

Karaağaç

Köprüden geçtikten sonra sola dönen yolda bir tabela: Yunanistan Pazarkule Sınır Kapısı. İlginçtir, Karaağaç, Meriç Nehri ötesindeki tek Türk yerleşim merkezi. Kendine has mimarisi, doğası ve insan dokusuyla farklı bir yerleşim yerinde idik. Yolları geçip en son kafede karar kılıyorduk ki karşımızda bambaşka merak uyandıran bahçeler ve tarihi binalar. Olabildiğince gezdik dolaştık, hikayesini dinledik, okuduk, Edirne’nin tarihi garının da içinde bulunduğu geniş alanda.

Karaağaç içinde yer alan konutların genellikle sokaklar ile doğrudan bir ilişki içerisinde olduğu ve çoğunlukla yapıların ön cephelerinin sokağa açıldığı görülmektedir Tarihi konutların çoğu, Rum, Bulgar ve Ermeni ustalar tarafından, yine bu gruplar için yapılmış, döneminin kültürünü ve yaşam biçimini yansıtan konutlar. Yapılar bir bahçe içerisinde yer almakta. Bahçelerin yapılarla ilişkileri incelendiğinde birçoğunun arka bahçe konumunda olduğu görülür. Karaağaç sakinleri çiftçilik, bahçecilik, hayvancılık yaparken bir kısım da memur olarak çalışmakta.

Evvel zaman içinde, Osmanlı’nın son zamanlarında, 19. asrın ortalarında başlayan demir yolları yaptırma faaliyetleri babında, Şark Demir Yolları Şirketi adına Mimar Kemaleddin Bey tarafından Karaağaç beldesinde neoklasik tarzda yapılan gar nihayet 1914 yılında tamamlanmış tamamlanmasına da aynı zamanlarda Birinci Dünya Harbi patlayınca garın ilginç hikayesi de yazılmaya başlamış.

Tarihte yerini almış Edirne Karaağaç Gar Binası

Fotoğraf: Fethi Denizmen

Aslında Karaağaç demiryolu hattı 1873 yılında “Rumeli Demiryolu (Chemins de fer Orientaux)” tarafından inşa edilmiş olmasına karşın istasyon 1914’de açılmıştı. Hat, Türk-Yunan sınırının Yunanistan tarafında, Karaağaç’ta mola verip Bulgaristan’a doğru gitmekteydi. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle demiryolu güzergâhı değişir ve hat hizmet dışı kalır. Savaş sonunda da bu bölge Osmanlı Devleti sınırları dışında kalır.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması'yla, Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık Karaağaç Tren İstasyonu, Karaağaç ve Bosnaköy ile birlikte savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi. Böylece yeniden Türk sınırlarına giren Karaağaç İstasyonu, 14 Eylül 1923 günü Yunanlar'dan teslim alındı ve 1930'da işletmeye açıldı.

Cumhuriyetimizin kuruluşunu müteakip Uzunköprü’den sonra tren 40 km boyunca Yunan topraklarından geçiyor. Sınırda kapılar kilitleniyor, yola öyle devam ediliyor. Sonra Türk topraklarına, Karaağaç’a varılıyor. Hat, TCDD’nin Pehlivanköy-Edirne üzerinden Bulgaristan sınırına kadar yeni bir güzergah ile hat inşa etmesine kadar Yunan Devlet Demiryolları (OSE) tarafından kullanılmıştır.

Kısa bir ray üzerinde buharlı bi lokomotif ve kapıları kilitli vagon

Fotoğraf: Fethi Denizmen

23 Mayıs 1971'de Pehlivanköy-Edirne-Svilengrad demiryolu üzerinde inşa edilen yeni Edirne Garı’nın hizmete girmesi üzerine istasyon Ekim 1971’de kapatılır. Böylece Karaağaç İstasyonu'nun demir yolu hizmeti de sona erer.

Lozan Anıtı

3 sütun: Türkiye'nin birbirinden su ile ayrılmış toprak parçaları

Anadolu, Trakya ve Karaağaç (en küçük olan)

Fotoğraf: Fethi Denizmen

2016 yılında Karaağaç Yerleşkesi binalarından biri “Milli Mücadele ve Lozan Müzesi”ne dönüştürüldü. Birinci katta askeri ve diplomatik belgeler, resimler ve eserlerin yanı sıra Trakya'da Milli Mücadeleye katılan yerel komutanların biyografileri sergileniyor. İkinci kat esas olarak Lozan müzakerelerine ayrılmıştır.

Lozan Anıtı’ndan önce bahçenin anıta yakın bir köşesinde 1923 Lozan Barış Müzakerelerini başarı ile yürütmüş olan İsmet İnönü büstü bulunuyordu.

Trakya Üniversitesi ve Atatürk heykeli

Fotoğraf: Fethi Denizmen

Trakya Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi

Fotoğraf: Fethi Denizmen

Fotoğraf: Fethi Denizmen

Çok arzu ettim müzelerini de gezmeyi, ancak İstanbul’a dönüş zamanımız yaklaşıyordu. Bir başka zaman, kısmetse diyelim.

20 Temmuz 2024

Heybeliada

*Manşet fotoğrafı: trakyagezi.com